21 Ağustos 2011 Pazar

Barcelona Seyahat Notlarım

Fiberfib müzk festivalini planlarken mutlaka Akdeniz'in güzel şehri Barcelona'yı da plana dahil etmiştik. Her ne kadar ben daha önce üç kez gitmiş ve bol bol gezmiş olsam da arkadaşlarla şehri bir kez daha gezme hatta onlara rehberlik yapma fikri hoşuma gitmişti. Kadro diğer seyahatlerimizin aynısıydı; Ben, Erman, Ortaç ve Mert. Seyahatin sürprizi Hakan oldu, son anda bize dahil oldu. Bu ve daha önceki seyahatlerimde edindiğim bilgileri ve izlenimlerimi buraya aktarmak isterim.


Öncelikle Barcelona benim şimdiye kadar gördüm en güzel şehirler listesinde kesinlikle ilk beşe girer. Barcelona, Akdeniz ve Avrupa kültürlerinin bir sentezi. İspanyol arkadaşlarım Barcelona şehrinin miladının 1992 Olimpiyat Oyunları olduğunu her defasında bana anlatmışlardı. Olimpiyatlardan önce şehir eski, bakımsız ve pis bir şehirken Olimpiyat sayesinde tamamen yenilenen (özellikle sahil şeridi) modern ve bakımlı bir şehir haline dönüşmüş. Ayrıca Olimpiyatlar sonrasında İspanya'nın her spor branşında kazandığı başarıları da göz önünde tutmak lazım.

Şehri gezmek aslında çok kolay. Her büyük şehirdeki gibi turistik otobüslerle şehri kolayca gezebilirsiniz. Mavi turla şehrin doğusunu ve kuzeyini, kırmızı turla batı ve güneyi, yeşil turla sahili ve merkezi gezebilirsiniz. Vaktiniz varsa iki günlük bilet alınız (30 Euro) ve her durakta inerek doya doya şehri geziniz.

Sahilden başlamak lazım. Çok bakımlı ve temiz bir sahil şeridi var. Yaklaşık on adet birbirinden güzel halk plajı mevcut ve tüm plajlardan deniz girilebiliyor, yani insanlar akşam iş çıkışı yada hafta sonu şehrin içinden denize girip yüzüyorlar. Her yeri deniz olmasına rağmen İstanbul için bir hayal bu durum. Plajlar halk plajı dolayısıyla her şey beleş. Ayrıca bütün plajlarda plaj voleybolu imkanı da var.

Olimpiyat köyü gerçekten etkileyici. Şehrin hemen yanında ama şehirden izole. Yeşillikler içinde, tesisler ise birbirinin hemen yanında. Olimpiyat stadının dizaynı da on numara. Camp Nou yine şehrin içinde sayılır. Bizim gittiğimiz gün çok kalabalıktı, daha önce gördüğüm için bu kez gezmedik. Bu arada Camp Nou'nun sadece bir kapalı tribünü olduğunu diğer tüm tribünlerin üstünün açık olduğunu söylemek lazım. Camp Nou’da müzeyi gezmek şart. Benim ilk gittiğimde tek şampiyonlar ligi kupaları vardı, şimdi ise dört.

Barcelona ve elbette Gaudi ve onun eserleri. Gaudi, Barcelona'nın herşeyi (bizim için Alex de Souza ne anlam ifade ediyorsa, Gaudi de Barcelona için o anlama geliyor). Gaudi şehirdeki bir çok ilginç muhteşem esere imza atan ünlü mimar. Sagrada Familia ve Casa Batllo mutlaka görülmesi gereken eserleri. Oniki sene önce ilk gittiğimde Sagrada Familia'nın inşatının yıllardır devam ettiğini söylemişlerdi, hala devam ediyordu. Köln'deki katedralle beraber gördüğüm en ilginç ve heybetli katedral. Casa Batllo ise başlıca bir şaheser. Uzun uzun gezmek incelemek lazım. Hatta gitmeden önce biraz çalışmak lazım. Biz bir akşam mekanda organize edilen caz dinletisine gittik, arada da mekanı gezdik. Aynı konsepti tavsiye ederim.

Park Güel dünyanın en ilgiç parklarından biri, ne de olsa Gaudi'nin eli değmiş. Mutlaka görmek lazım. İlginç fotoğraflar çekilebilir, şehir kuşbakışı izlenebilir. Kırmızı turla Plaça d'Espanya ve Olimpiyat Parkının girişinde yer alan Poble Espanyol (tam bir açık hava müzesi) mutlaka görülmeli. Poble Espanyol’u bu sefer gezemedk, sağnak yağmur nedeniyle. Ama daha önce gezip çok beğenmiştim.

La Rambla yani bizim İstiklal Caddesi. Ortada geniş bir yürüme alanı, sağda ve sola araç trafiği. Yürüme alanında kafeler, restaurantlar, sokak sanatçıları, satıcılar, türlü eğlence.. La Rambla'dan sahile doğru inerken sağda barları ve kafeleriyle meşhur El Raval ve solda eski şehir yani Barri Gotic. Girin içeri ve Gotik Roma mimarisi içinde kaybolun. Sağlı sollu dar sokaklarda bol bol fotoğraf çekip kaybolduğunuza kanaat getirince aşağıya denize doğru yürüyün. Port Vell'e ulaşacaksınız. Bir akşam orada yemek yiyin, bir akşam ise Port Olimpic'teki herhangi bir tapas restaurantında. Port Olimpic'te yemekten sonra sahilden şehre doğru yürürken dikkat edin, kuleyi (ki frısatınız olursa bu kuleye çıkın) görünce sağa döneceksiniz aksi halde kendinizi şehrin ucundaki otelin önünde bulabilirsiniz. Sonra benim gibi arkadaşlarınızdan küfür yemeyin. Vaktiniz kalırsa (seyahatiniz üç günlükse kalmayacaktır) gezecek bol bol müze var (Picasso müzesi, Museu d’art Contemporani, Palau dela Musica). Şehrin içinden teleferik ile kaleye (Castell de Montjulic) gidilebilir. Alternatif olarak akvaryum da düşünlebilir.

Barcelona'yı benim için farklı kılan bir başka özelliği ise yemekleri. Paella ve Tapas diyeceğim başka bir şey demeyeceğim. Paella'yı mutlaka deniz ürünlü yemek lazım, sebzelisi yaramaz. Tapas ise bol bol ve çeşit çeşit yenmeli. Şehirde birkaç şubesi olan Tapa Tapa tavsiyem. Bu yiyeceklerin yanında ise mutlaka Sangria (meyve romlu hafif şarap) içmek tavsiye edilir. Bira içerim derseniz limonlu Estrella Damm tavsiyemdir. Bulursanız Cava için. Öğle yemeği için tavsiyem La Rambla'dan sahile inerken sağ tarafta balık pazarı La Boqueria'nın balıkçılardan yada Tapas'cılardan biri.

Barcelona, Paris ve Londra gibi pahalı değil. Her geçen gün pahalı hale gelen İstanbul'da yaşayanlar için neredeyse aynı seviyede. Uzun uzun vakit geçirmek lazım bu güzel şehirde, üç gün değil daha fazla kalıp her köşesini gezmek lazım.

Kristof Kolomb Anıtı

Port Vell

Port Vell'de Tapa Tapa Restaurantı

Barri Gotic'te akşam

Casa Batllo

Sagrada Familia

Park Güell'den şehre bakış

Park Güell

Camp Nou

FC Barcelona

Plaça Espanya

Olimpiyat Parkı

Olimpiyat Stadı

Barri Gotic

Sangria

Yeni forma lansmanı

Paella

Tapas

Platja

Poble Espanyol

Casa Batllo'nun içinde

Casa Batllo

Kule'den sahil şeridine bakış

Teleferikle Montjuic'e çıkış

Kuleden şehre bakış

İlginç binalardan biri daha

Şehrin sembolü



Roman Wall

L'Estel Ferit

Casa Batllo'nun terası ve mozaikler

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Benicassim Fiberfib 2011

Epey uzun zaman olmuş yazmayalı. Eskiden buraya aklıma gelen herşeyi yazardım. Daha sonra sadece seyahatlerle ilgili yazarım, tam anlamıyla bir günlüğe dönüştürürüm demiştim, onu da becermedim. Neyse bu akşam evde yalnız kalınca geçen ay yaptığımız bu güzel seyahati/tatili anılara ekleyeyim dedim.

Bizim kemik tayfa ile (Brothers in Arms) yirmili yaşlarda bir hayalimiz vardı. Avrupa'yı beraber gezelim, baba rock festivallerine (Rock Werchter, Fiberfib, Sziget, vb) katılalım. Üniversite yılları malum maddi olanaksızlar, peşinden daha okurken işe dalıp çıkamamak, askerlik, evlenen arkadaşlar, çocuk vs derken zaman aktı, biz otuz yaşını devirdik. İlk projemiz bir rock festivali olmadı ama hiçbirimizin asla unutamadığı bir Berlin seyahati ve maratonu oldu. Sonra her gencin hayali Amsterdam'ı, oraya kadar gitmişken bir günlüğüne de olsa (biletler için geç kalmıştık, bir günlük bilet için beş saat sıra beklemiştik) Rock Werchter'i tattık. Pearl Jam çıkışı Ortaç ile sözleştik, seneye Fiberfib dedik.


Bu sefer herşeyi erkenden ayarladık, biletleri aldık, oteli, Barcelona'dan gidiş ve dönüşü her detayı düşündük. Ne de olsa tecrübelenmiştik. Barcelona yazısı beklesin ben önce Fiberfib'ten başlayayım.


Barcelona tren garından kiraladığımız araç (önümüz dört kişi olmasına rağmen bir saat sürdü) ile Tarragona üzerinden sohbet ede ede etrafı izleye izleye yaklaşık 3 saatte Benicassim'e vardık (Bknz. Tavsiye 1). Benicassim'de otel bulamadığımız için (yaklaşık 9 ay önce bakmamıza rağmen) biz en yakın yerleşim alanı olan Castellon'da kaldık (Bknz. Tavsiye 2).

Benicassim tam bir tatil beldesi. Uzun güzel bir sahili ve etrafında bol bol yazlık evler var. Otel sayısı az, dolayısıyla buranın lokal bir tatil bölgesi olduğu söylenebilir. Bizim kaldığımız Castellon ise daha içeride, daha tarihi ama sıkıcı sessiz bir yer, sanırım sessizliğinde İspanyolların tatillerini Ağustos ayında yapmaları ana etken.

İlk gün öğleden sonra otele vardık, akşama kadar vakit sahilde yürüyüş, etrafı kolaçan etmek ve yemek yemekle geçti (Bknz. Tavsiye 3). Akşam saat altı olunca kanımız kaynadı, arabaya atladık, hemen konser alanına gittik, araç parkında yer olmayınca konser alanının hemen karşısında bir alana aracımızı bıraktık. Amma velakin hemen karşımızda gördüğümüz konser alanına yürümemiz polisin muhteşem güzergahı sayesinde yarım saat sürdü. Polis her yerde aynı.

Girişte çok beklemeden sadece beş dakikada bilekliklerimizi aldık, son gittiğim Rock'n Coke'ta yarım saat sürmüştü. Ve kolayca konser alanındayız. Çok güzel organize edilmiş. Hangi birini saysam; sayısız yeme içme alanı, tuvaletler, izole ama birbirine yakın sahneler, çok büyük ve ses/ışık sistemi harika ayarlanmış ana sahne, ana sahnenin uzağında yer alan dinlenme alanı, dev ekranlar, vs vs. Çok hoşumuza gitti.

Kimleri dinledik? Arctic Monkeys, Portishead, The Strokes, Arcade Fire, Brandon Flowers, Elbow, Mumford&Sons (Bknz. Tavsiye 4). Headliner'lar saat 01.00 gibi sahneye çıktılar ve en az bir buçuk iki saat sahnede kaldılar. Fakat festival headliner'dan sonra bitmedi, her gün sabah karşı üç, dört yada beşte bile sahneye çıkan ve onları bekleyen müzikseverler vardı. Son gün Arcade Fire'dan bizim çıkışımız saat üç, otele varışımız dört idi. Öğlen Barcelona'dan dönüş uçağına yetişebilmek için sabah altı buçukta otelden ayrılmamız gerekti, sağolsun biz uyurken Erman birader bizi sağ salim Barcelona'ya geri getirdi. O gün sersem gibiydik, o halde (Bknz. Taviye 5).

Fiberfib'ten bahsedip İngilizler'den bahsetmemek olmaz. Sanki bu festival babalarının malı. Abartmıyorum konsere katılanların en az yüzde yetmişi İngiliz teenager'lardan oluşuyordu, biz yanlarında abi hatta amca gibi kaldık. Üniversite tatile girmiş, akıp gelmişler sanki. İş hayatım nedeniyle nefret ettiğim İngilizler'den binlercesiyle aynı ortamda olmak kolay olmadı. Ben mi çok kılım, belki evet ama adamların herşeyi faso. Üzerinde donuyla üzerimize işemeye gelenler (festival alanında bir insan donuyla ne yapar), konser esnasında kafası bir dünya olup sağa sola salça olanlar, üzerimize bira dökenler, oturduğumuz yerde dibimize gelip yanımızda bir saat kusanlar, ne rezillik aklınıza gelirse (Bknz. Tavsiye 6).

Festivale katılım sayısı konusunda tahminimiz elli altmış bin kişi civarındadır. Özellikle kamping alanı çok büyüktü ve İngiliz gençler resmen istila etmişlerdi. Gündüzleri tabiki sahilde geçirdik. Valencia bir saat uzaklıkta olsa da yorgunluktan gidecek halimiz yoktu. Biz de güneşlenip az da olsa yüzdük. Sahilde kör kütük geceden kalma gençleri horlaya horlaya uyurken görmek beklediğimiz bir sahneydi. Deniz pek dalgalıydı ama bu bizim deve güreşi yapmamıza engel olmadı. Sahil şeridi çok uzun ve geniş, özellikle kum çok güzeldi. Bu arada sahilde şezlong şemsiye vb şeyler için para isteyen birileri yoktu, herşey belediyenin bedelsiz hizmeti.

Sonuçta çok büyük bir zevk aldık, hala aramızda konuşurken zevkle o festivali yeniden yaşıyoruz. Buara gelmeden önce Barcelona'da geçirdiğimiz üç gün bizi epey yormuştu, Benicassim ve Fiberfib'te son barutlarımızı attık resmen. Son gün her ne kadar yorulmuş olsak da bir gün daha olsa bir gün daha konser yapsak dedik. Biz gittik, eğlendik, beğendik, gitmeyi düşünen herkese tavsiye ederiz fakat bir şartla :) (Bknz. Tavsiye 8).

Tavsiye Listesi:
Tavsiye 1: Eğer birkaç kişiyseniz mutlaka araba kiralayın, trenle gidiş dönüş masrafları ve Benicassim'de sağa sola gitmek için mutlaka araca ihtiyaç duyabilirsiniz, dolayısıyla araç kiralamak daha ekonomik
Tavsiye 2: Organizasyona 9 aydan daha da önce başlamanız lazım, mutlaka Benicassim'de kalmaya çalışın, Benicassim'den konser alanına on dakikada yürünüyor
Tavsiye 3: Adamlar Akdenizli, fırsatını bulunca hemen arkaya dolanıyorlar, bir tabak patates kızartmasına 15 Euro verdik, vermek istemeyen İngiliz holiganlar az kalsın karakolluk oluyordu.
Tavsiye 4: Indie rock seviyorsanız ille de Arctic Monkeys ve The Strokes (kız yorumu gibi olacak ama çok karizmalar ve harika müzik yapıyorlar). Deneysel birşeyler için ise Arcade Fire. Elbow İngiltere'de neden bu kadar popüler anlayamadık
Tavsiye 5: Siz siz olun festivalin ertesi günü dönüş yapmayın, dinlenmek şart
Tavsiye 6: İş hayatı, tatil, vb ne olursa olsun hayatınızın her anında İngilizler'den uzak durun
Tavsiye 7: Arkadaşlarınızı iyi seçin, 25 yıllık arkadaşınız sizi bir deve güreşi yüzünden denizde boğmaya kalkışmamalı
Tavsiye 8: Böyle bir festivale 35 yaşındandan daha önce katılın, aksi halde yıpranıyrosunuz

19 Aralık 2010 Pazar

Düsseldorf

Düsseldorf'taki Medica tıp fuarı için Kurban Bayramı'nın birinci günü sabah yola koyuldum. Gündüzleri fuarı gezip toplantılarımı yaptım, akşamları ise şehri gezme fırsatı buldum.

Daha uçak Düsseldorf'a doğru alçalırken Ruhr bölgesine geldiğinizi anlıyorsunuz. Gerçi Ruhr bölgesi Düsseldorf'un biraz kuzeyi olsa bile etraftaki fabrikalardan Almanya'nın meşhur sanayi ve maden bölgesi Ruhr'u hissediyorsunuz.

Almanya denince aklıma hep DB yani Deutsche Bahn gelir. Ulaşım özürlüsü ülkemizin aksine Almanya demir ağlarla örülüdür ve her yere trenle kolayca ulaşabilirsiniz. Her geçen sene bilet fiyatları artsa da metroda da geçen günlük kartlarla hem işinizi görmek hem de şehri gezmek çok kolay oluyor.

Düsseldorf küçük bir şehir, fakat sanırım zengin bir şehir. Lüks mağazalar, lüks restaurantlar ve son model arabaları görmek mümkün. Ruhr bölgesindeki mütevazi şehirlerin aksine bu şehirde para olduğu belli. Fuar alanı çok meşhur, sanırım 17-18 büyük hall var. Medica fuarı ise şimdiye kadar gördüğüm en büyük dolayısıyla en rezil fuar, gez gez bitmiyor. Umarım bir daha gitmem gerekmez.

Almanya'ya gitmeyi her daim sevsem bile Almanya kışın gezmek için çok ideal değil. Kasım ayında İstanbul 22 dereceyken Düsseldorf'ta 2 dereceydi. Resmen dondum, hemen burnum akmaya başladı.

Nereleri gezdim, neler gördüm;
* Şehrin merkezi küçük ve gezmesi kolay. Herşey ana tren istasyonu Hauptbahnof ile Rhein nehri arasında kalan bölgede. Yürüyerek kolayca gezebilmek mümkün.
* Königsalle yada kısa adıyla Kö şehrin ana caddesi. Bütün ünlü mağazalar bu caddede.
* Bu caddeden Rhein nehrine doğru yürürseniz Bolker, Flinger, Berger, Citadel, Kurze, Ratinger, Schul Strasse caddelerine ulaşıyorsunuz. Bu caddelerde restaurantlar, kafeler, barlar yer alıyor. Yani şehrin kalbi.
* Rhein nehrinin kıyısı kesinlikle yazları güzeldir. Kışın herhangi bir atraksiyon yoktu.
* Burgplatz, Carlsplatz, Marketplatz, Heinrich Heine Alle gibi yerler ise şehrin meydanları, mutlaka yürümek vakit geçirmek lazım.
* Sclossturm ise Rhein kıyısında küçük bir kule, güzel bir görüntüsü var.
* Rheinturm ise şehrin meşhur kulesi, ışıklandırması da hoş. Rathaus ise her Alman şehrinin vazgeçilmezi.
* Şehrin en popüler restaurantı Uerige isimli mekan. Meşhur Alman biralarını ve özellikle Düsseldorf'un birazı olan Diebels Alt Bier'ı tadmak mümkün. Maredo Steakhouse ise birkaç tane gördüğüm Arjantin restaurant zinciri. Ben bir akşam yemeğini orada yedim, makul fiyatlarla et yiyebilirsiniz. Im Goldener Kesse Rest ve Berolina Bay Bar diğer tavsiyelerim. Gece hayatı için ise 3001, Checkers Club ve tabiki Hooters (Berger Str'de) tavsiyelerim.

Neticede dört gün geçirdiğim Düsseldorf, bende Münih yada Berlin gibi etkileyici izlenimler bırakmasa da benden geçerli not aldı. Benim notum 10 üzerinden 6,5.

Köningsalle yada Kö 

Katedral



Rhein kıyısı ve restaurantlar

Schlossturm

Rheinturm

Şehir merkezi

Pazar yeri

10 Ekim 2010 Pazar

Paris

Yine gecikmeyle yazıyorum. Uzun süredir notlar bilgisayarımda duruyordu, bugün evde yalnız kalınca birşeyler karalayım dedim.






Geçen ay yine bir iş seyahati için yurtdışındaydım. Yurtdışına yaptığım seyahatlere Paris bir türlü denk gelmemişti. Göz kongresi için patronlarla atladık gittik, dört gün hem gezdik hem de toplantılarımızı yaptık.

Yabancı bir şehri gezmenin her zaman en güzel yolu yaklaşık 20 Euro vererek yapacağınız otobüs turudur. Harita eşliğinde şehrin önemli yerlerini gezip oralar hakkında bilgi sahibi olabiliyorsunuz. İlk gün bu turun ardından tespit ettiğim yerleri daha önce arkadaşlardan aldığım bilgilerle birleştirdim hemen ve gezeceğimiz yerleri tespit ettim.


Gothic Quarter ve Pantheon
St Michel ve St Germain semtleri
Notre Dame
Jardin Du Luxembourg
Pompidou
Musee Du Lovre
Musee D’Orsay
Clincy ve Moulin Rouge
Eifel
Place De La Concorde
Champs Elysees ve Arc de Triomphe
Opera
Lafayette
Sacre Coeur

Paris'e yolu düşen birisi yukarıdaki mekanları/semtleri turlarsa güzel bir şehir turu yapmış olur. Biz vakit darlığı nedeniyle müzelere giremedik ama özellikle D'Orsay'ın methini çok duydum.
 
Benim seyahat esnasında dikkatimi çekenler ise aşağıda;
 
- Paris gezmesi çok kolay bir şehir. Şehri yürüyerek gezmek mümkün, ayrıca metro ile her yere gitmek kolay. Bizim otel St Michel'de olduğundan her yere kolaylıkla yürüdük. Bir gece otele döndüğümüzde Google Map'ten katettiğimiz mesafeye baktım, 12 km..Paris'te sokaklarda yürümek gerçekten zevkli, her yerde farklı birşeyler görmek mümkün.
- İstanbul'da yaşayan biri için Paris aşırı pahalı gelmiyor. Maşallah İstanbul her geçen gün zorluyor herkesi. Kabul Paris biraz pahalı bir yer ama Londra yada Münih'ten farkı yok. 'Çok pahalı' namı boşuna.
- Şehir tam bir açık hava müzesi. Her caddede her semtte birden fazla müze var. Rehberin belirttiği müze sayısı 120.
- Sokak kafeleri ve restaurantlar şehrin en önemli/farklı olayı . Bir çok şehirde sokak kafeleri ve restaurant var ama tüm Avrupa'yı toplasak Paris'tekiler kadar ancak yapar.
- Kafelerde ve restaurantlarda garsonların sanki Fransızca konuşma zorunluluğu var. İngilizce soru ve isteklerinize Fransızca cevap vererek size ellerinden gelen zorluğu çıkarıyorlar, sonra bahşiş yerine babayı alıyorlar.
- Paris'in merkezi Londra gibi. Tamamen turistik olmuş. Şehir merkezi turistlere yönelik. Fransız kaldık resmen. Opera ve çevresi Paris'te olduğunuzu hissetmek için ideal bir yer.
-  Quartier Latin ilginç bir yer, kendinizi İtalya'da hissediyorsunuz. İlginç yapılar var. Pantheon hoşuma gitti.
- Sacre-Coeur tepesinden manzara beklediğim gibi değildi ama arkasındaki sanatçılar sokağı muhteşem. Bir akşam orada vakit geçirdik. Oradan aşağı Moulin Rouge'a yürüdük. İçeri girmedik ama etrafı naughty bir gece geçirmek isteyenler için ideal.
- Eifel'in Paris'le uyumsuzluğunu okurum yada dinlerim yıllardır. Doğruymuş. O yapıtın Paris gibi bir şehirle ne alakası ne de uyumu var.
- Şehir merkezinde trafik diye bir şey yok. Metonun nimeti olsa gerek.
- Arkadaşların aksine ben Champs Elysees'i beğendim. Özellikle akşamları epey hareketli. Gece müzk ve eğlence için St Michel'in ara sokaklarındaki barları gezdik. Özellikle bizim gittiğimiz Piano Bar'ı tavsiye ederim. Pompidou'nun etrafındaki barlar da tavsiye edilir. Ayrıca Ortaç'ın tavsiye ettiği Pont des Arts köprüsü de akşamları/geceleri eğlenmek için alternatif.