24 Kasım 2008 Pazartesi

ABD Günlüğü...New York

Kriz ortamında bir buçuk çalışmak gerekiyor, o nedenle blog biraz yetim kalıyor, kusura bakmayın dostlar. ABD günlüğüne kaldığım yerden devam ediyorum.

Atlanta'da çok zorlu ve yorucu geçen kongrenin ardından sabah uçağıyla New York'a geçiş yaptık. JFK en sakin günlerinden birini geçiriyordu. New York'ta bir gün kalabileceğimizden hemen koşar adımlarla şehre gittik.

- JFK ile Manhattan arasındaki taksi ücreti 'flat rate' yani düz hesap 45 USD. ABD'de taksi genel olarak ucuz, JFK ile Manhattan arası kırkbeş dakika sürdüğünden makul bir ücret. Bir çok eyalette ilave yolcu parası, bagaj parası gibi zırvalıklar olduğundan ve toplam iki kişi olduğumuzdan hemen atladık taksiye. Eleman taksimetreyi açmayınca hemen müdahale edecektim, sağa sola baktım, tarifeyi asmışlar, artistik yapmama gerek kalmadı.

- Taksimiz Brooklyn üzerinden Manhattan Bridge üzerinden China Town'a ulaştı. Brooklyn beni çok şaşırttı. Çok eski ve bakımsız. Böyle bir yer olduğunu bilmiyordum. Manhattan Bridge'deki manzarayla beraber New York City'le tanıştık. Otel konusunda cimri davrandık, parayı başka yerlerde harcamayı tercih ettik.

- Otelden hemen kendimizi dışarı attık. Güneşli ama rüzgarlı bir gündü. Yürüyerek önce Soho'ya gittik. Hem birşeyler atıştırdık hem de Soho'yu gezdik. Londra'nın Soho'suna benziyor gerçekten. Sanat galerileri, restaurantlar, mimarlık ofisleri, çeşitli bürolar, mağazalarla dolu bir bölge.

- Broadway Ave. ile Union Square'e kadar ilerledik. Orada bir Starbucks'a girdik (bu arada Starbucks ABD'ye ilk gittiğim 1999 yılında sıradan salaş bir öğrenci kafesiyken şimdi ABD'nin her yerinde tekel olmuş bir zincir), sanırım ABD'de gördüğüm en güzel kızı gördüm. Uzun uzun baktım, dışarı çıkamadım, emir büyük yerden patrondan gelince Broadway'de yürümeye devam ettik.

- Union Square'den sonra işin rengi değişti. New York değişmeye ve kalabalıklaşmaya başladı. İnsanları koşarken görmeye başladık. Mert'in verdiği program doğrultusunda 42. cadde ve Times Square'e ulaştık. İşte insanı en çok etkileyen yer burası. New York'un şanına yakışan bir büyüklük hissediyorsunuz ve aynı oranda kendinizi küçük. Her yer ışıklı panolarla dolu ve adeta bir renk cümbüşü içinde kalıyorsunuz. Birçok ülke ve şehir gördüm ama sanırım en çok etkilendiğim yerlerden biri Times Square oldu. Mert bu konuda beni uyarmıştı, haklıymış.

- Oradan yürüyerek Madison Square Garden'a gittik. Yürümeyi severim ama New York sokaklarında yürümek daha güzel. Bir kere yabancı hissetmiyorsunuz, hissettirilmiyorsunuz. Çünkü şehirde herkes yabancı. New York'ta İngilizce kaç farklı aksanla konuşuluyor acaba? Ama işin garibi herkes birbirini rahatça anlıyor.

- Bir sonraki rotamız Empire State Building idi. Girişte pek sıra beklemedik. Yirmi dakikada tepeye çıktık. Gökdelenin bir buçuk senede tamamlanması şaşırtıcı. Tepeye gün batımında çıkmamız konusunda aldığımız tavsiye tam yerindeymiş. Tam gün batımında çıktık ve New York'un etkileyici ikinci manzarasıyla karşılaştık. Şehrin her yanı, Brooklyn ve New Jersey'i görmek mümkündü. Soğuğa rağmen yarım saat kadar kaldık tepede.

- Mert kardeşimin bize süper bir program hazırladığını anlamıştık, aynen onun programa devam ettik. Rotamızı Pier 17'ye çevirdik. Akşam olmuştu artık. Pier 17'de akşam yemeği yiyip Manhattan ve Brooklyn köprülerini izlemek güzeldi. Otelde bir saat soluklanıp gece programına giriştik.

- İlk durak Hard Rock Cafe'ydi. Patron bıraksa tüm geceyi orada geçirebilirdim. Jim Morrison'un otel kağıdına yazdığı şarkı sözleri, Ring Starr'ın davulu, The Who'dan gitarlar, vb vb. rock müzesi gibiydi. Sonra gece eğlencesi için ilk adrese gittik. Nereye gittiğimizi burada söylemeyelim, anlayan anlar :) Kapıdaki body guard önce bizi içeri almadı, kapıda bekleyip ne yapalım diğer mekana nasıl gideriz diye konuşurken adam galiba acıdı bize, içeri aldı. Biz ne beklerken ne bulduk. Mekan diskoya dönmüş. Beş dakika bile beklemeden hemen diğer adrese gittik. Beklentileri karşılamasa da yorucu bir günün ardından güzel vakit geçirdik.

- Ertesi gün erken kalkıp rahmetli İkiz Kulelerin yanındaki araba kiralama mekanında araba kiraladık. New York'tan ayrılmak zordu. MapQuest sağolsun harika kılavuzluk yaptı bize. Philly'deki (Amerikalılar böyle adlandırıyor) oteli iki saatte elimizle koymuş gibi bulduk. Mola verip kahvaltı yaptığımız benzin istasyonunda bize yol soran Yankinin birine adres tarifi yaptığımı gören patronum 'korktum senden' diye pohpohladı beni.

- Philadelphia günlüğünü sonra yazarım gerçi yazacak çok şey yok. Son gün dönüş uçağımız akşam altıdaydı. Sabah Philly'den erken çıkıp hemen New York'a geri geldik. Wall Street, Central Park ve Manhattan'ın doğu tarafını gezdik. Yanlış parktan 115 USD ceza yedik. Şafak okumaz umarım. [Chicago-Wisconsin otobanında beni neden direksiyona geçirmemekte haklı olduğunu ömür boyu savunur durur. 30 USD'ye doldurduğum depoyla geçmiştim direksiyona, ABD bu sayede pilotaj görmüştü]

- Tekrar ziyaret edebilme dileğiyle (söz bu sefer uğrayacağım Özge) New York'tan ayrıldık. Kısa ama dolu dolu tamamladığımız yirmi dört saate bir çok anı ve garip izlenimler sığdırdım.

* Işıl ışıl bir şehir NYC (şehrin gerçek ismi New York City, New York eyaletin ismi, dolayısıyla ABD'de NYC olarak geçiyor)
* Yayalar trafik kurallarına uymuyor, kırmızı ışığı takan yok, herkes kırmızıda geçiyor
* Çok pahalı denirdi New York için, Atlanta'yı gördükten sonra ucuz bile geldi
* Herkesin yabancı olması güzel, rahatsız hissetmiyor insan
* Daha önce gittiğim Chicago da gökdelenleri bol bir şehir ama New York kadar sık değil. New York'ta Mid-Town bölgesi gökdelen kaynıyor
* Otoparklar günlük 20 USD, işte burası garip
* Metroya bir kere bindik ama fiyasko. Hem trenler hem de istasyonlar çok eski
* Her çeşit yemeği yemek mümkün, alternatif bol
* Soho'daki binaların hemen hemen hepsinin yangın merdivenleri var ve binanın ön tarafına asılı. Yetmiş ve seksenlerin ABD filmleri geldi aklıma
* Apple ve PSP ürünleri tüm ABD genelinde aynı fiyat, eyaletler arasında farklı olmayan tek şey bu galiba

Hiç yorum yok: