Malatya'dan Elazığ'a onbeş dakikada bir kalkan minibüslerle ulaşıyorsunuz. Minibüse bindik, kalkmasını bekliyoruz, çorap satan bir amca tüm minibüstekilere çifti 1.5YTL olan çoraplardan bir tane satabilmek için elinden geleni yaptı, hatta bir ara 'hadi be hacı' triplerine bile girdi. Yolculardan birine neden almıyorsun diye sordu, genç arkadaş param yok diye cevap verince al benden olsun dedi samimiyetle. Amcanın çok sempatik bir tipi vardı. Sonunda biri kıramadı ve aldı. Ben Penguen okuma numarası yaptım (evde elli tane çorap olmuş). Amcayı plazalara getirip satış konusunda eğitim vermesini sağlamak lazım, gerçekten fenomen bir tipti.
Son zamanlarda kara yolculuklarımın hemen hemen hepsinde bir macera atlatmak farz oldu. Malatya Elazığ arası duble yol ama ortada bariyer yok. İki yüz metre önümüzde hareket eden araç sola doğru sinyal verdi, belli ki soldaki benzinciye girecek, bizim kaptan hiç oralı olmadan devam etti, en sonunda az kalsın arkadan vuracakken duble yolun diğer tarafına geçtik, sonra da kornaya asılıp önündekine küfürü bastı moron! Allah'a şükür duble yolun diğer tarafından gelen yoktu ki kazadan kurtulduk. Dakikada beş araba geçen bu yolda bir arabanın başka bir arabaya arkadan vurup yolun diğer tarafına geçmesi gazetelerin üçüncü sayfasına manşet olurdu.
Neyse Elazığ'a vardık. 'The Marathon' otele yerleştim, Mehmet amcasına gitti. Evet yanlış yazmadım otelimizin adın The Marathon. The Marmara olur da The Marathon niye olmasın...Otel süper, fiyatlar makul, mesela su bir lira, fitness salonu ve hamam var. Fitness salonunu görünce çok üzüldüm, keşke ekipman getirseydim diye. Sonra bir baktım Mehmet'te spor ayakkabısı var, ben de eşofman altı ve spor çorabı (gece yatmak için), bir tek tişört eksik (o da hep yanımda olur bu sefer yok). Onu da akşam yemeğinden sonra Big Star'dan (açık olan üç mağazadan biriydi) 10 YTL karşılığından temin ettim. 25 YTL'miş aslında indirimden kaptım. Yemek sonrası bol kardiyolu, az halterli bir program yaptım. Hakan kesin kıskanacak ama spor azmimi takdir etmesini bekliyorum.
Daldan dala zıplıyorum annem gibi. Annemle alışverişe gitmek Belene zulmü gibidir. Ben ona bu durumlar için zıp-zıp derim. Ben salça alırken annem deterjan bölümüne zıplamıştır, tam yakaladım derken onu hıyar seçerken bulabilirsiniz. Ama pratik zekamla çözümü buldum. Arabayı ona veriyorum, bu sefer ben zıplayıp duruyorum, valla güzel oluyormuş böyle hovardaca alışveriş yapmak.
Neyse Gakkoşların mekanına geri dönelim. Devlet Hastanesine saat 14:00 gibi gittik. Cihazların odaya nakliyesini sağlayıp kuruluma başladık. Saat tam 18:00'de bitiririz diye tahmin etmiştim. Aynen öyle oldu. Süper iş çıkardık, tüm testleri yaptık. Yarın hasta çekimlerine ve eğitime hazırız. Gazi Caddesiyle İstasyon Caddesinin kesiştiği yerde bir restaurant bulup yemeğimizi yedik. Yemek yerken delinin biri geldi yanımıza, gerçekten deli, yanımıza oturmak istiyor. Ciddi bir mücadele verip oturtmadık. Elazığ benim için, bir Harput'la bir Feyzi Demirel ailesi bir de delileriyle meşhurdur. Ben bugün beş tanesini saydım hatta sıkı olmasam biriyle akşam yemeği bile yiyecektim.
Otelde sporumu da yaptım, yara olan ağzıma aldığım ilacı sürdüm (Allah'ım ne berbat birşeydir bu), spor programları izleyip, The Verve dinleyerek Bloguma (Günlüğüme) birşeyler yazıyorum. Bir sürü email gelmiş yurtdışından, birazdan onlara bakıcam. Yarın akşam hava iyi olursa Harput'a çıkıcaz. Daha önce Ruhşen hoca götürmüştü, güzel manzarası var, yine gidilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder