12 Temmuz 2009 Pazar

Newcastle-Durham-Londra Seyahat Notları

En son Şubat ayında ziyaret ettiğim İngiltere'ye geçen hafta yine bir iş ziyaretinde bulundum. Seyahat arkadaşım bu sefer Alper idi. Önce kuzeye Newcastle'a gittik. Bir akşam Durham'ı ziyaret ettik. Dönüşümüz Londra'dan olduğunda beş günde üç farklı şehirde bulunduk.


Newcastle tipik bir İngiltere şehri olmadığından her gittiğimde zevk alırım. Hem şehrin yapısı hem de insanları tipik İngiltere çizgisinin dışındadır. Maden şehri olan Newcastle 'Don't bring cole to Newcastle' İngiliz atasözünün kaynağıdır. Brown Ale'si değişik bir biradır (ben sevmem ama Alper pek hoşlandı). Aksanları çok farklı olduğundan iletişim kurmak biraz zor olsa da sevimli tatlı insanlardır. Ayrıca Londra kadar pahalı olmaması da özellikle pub eğlencesi için alternatifler sunar.



İlk gün her zamanki gibi bizi yağmur karşıladı. Londra'dan aktarması geciken bavulumu otelde beklemek yerine ahmak ıslatan yağmura aldırış etmeden şehir merkezine yol aldık. Central Station, Eldon Square, St James' Park ilk duraklarımızdı. St James' Park'ın içine girmek istedik ama yarın gelin dediler. Fan shop ziyareti ve önünde fotoğraf çektirmekle yetindik. Eldon Square'de bol bol turladıktan sonra bir pubda soluklandıp Alper'in Brown Ale tatmasını sağladık. Sonra Quayside yani nehir kıyısına yürüdük. Nehir kıyısı bu şehre ilk geldiğim 2000 yılından bu yana epey bir değişim içinde. Yorulunca akşam yemeğine koyulduk, günü sporsuz kapatmamak amacıyla otele yürüyerek döndük.


Ertesi gün (diğer sabahlar olduğu gibi) erken kalkıp koştuk. Kahvaltı sonrası firmaya gittik. Hemen eğitime başladık. Karl anlattıkça anlattı. Arada kahve arası vermesek nakavt olacaktık. Akşam Karl bizi meşhur Sabatini Restaurant'a götürdü. Yorgunluktan otele kaçtık hemen. Çarşamba yine yoğun bir eğitimden geçtik. Akşam Andrew'a bizi Durham'a götürmesini rica ettim (kuzeyin en güzel şehirlerinden biri olduğunu duymuştum), sağolsun kırmadı.




Durham çok ilginç bir şehir. Alp şehirlerine benziyor. İnsan kendini İsviçre yada Avusturya'da sanıyor. Düz bir ovada yer alan şehirleri sevmediğim için Durham'ın tepeli yapısı hoşuma gitti. Şehrin tepesinden İngiltere'nin en eski katedrallerinden biri olan katedral ve kale yer alıyor. Nehir bu yapıları bir yılan gibi sarıyor. Şehrin sokakları eski ve oldukça dar. Ayrıca nehir ve bol yeşil şehrin her yerini sarıyor. Güzel bir yemeğin ardından, dar sokaklarda bol bol yürüdük. Newcastle'daki son günümüz olduğundan gece şehir merkezine gitmeye karar verdik. Taksi şöförüne en iyi bara götürmesini rica ettik, sağolsun en iyisine götürmüş gerçekten. Newcastle üniversitesinin mezuniyet gecesinin yapıldığı adını hatırlayamadığım (Tropical olabilir) barda güzel bir akşam geçirdik.






Ertesi gün eğitime devam ettik, akşam üzeri trene atlayıp Londra'ya yol aldık. Trende beleş internet ve şarj aletinin olduğu detayını vermeden geçemeyeceğim. Newcastle’dan bindiğimiz Londra treni üç saatte Londra’nın kuzeyindeki King Cross istasyonuna yanaşırken solumuzda Arsenal’in Emirates Stadı belirdi. Dış yapısı gayet modern güzel bir stad.




Otelimiz Victoria bölgesinde olduğundan İngilizlerin ‘Turistik Londra’ olarak adlandırdıkları merkeze ulaşımımız kolay oldu. Piccadily, Trafalgar, Big Ben, Westminister ve Soho’yu hızlıca gezdik. Alper’in ilk Londra ziyareti olduğundan bol bol fotoğrafını çektim. Ben de Prezzo isimli kafenin önünde fotoğraf çektirdim. Akşamı Soho’da geçirdik, geçirmez olaydık. Homoseksüel merkezi olmuş. Girecek bar bulamadık.




Sabah erken kalkıp Green Park’ta koştuk (itiraf ediyorum Alper’i bu konuda biraz zorladım). Aslında Hyde Park’a gitmeyi planlıyorduk ama yol gözümüzde büyüdü. Kahvaltıdan sonra The Big Bus’ın meşhur iki katlı otobüsüne binerek güzel güneşli bir Londra gününde şehir turu yaptık. Londra’yı ziyaret edecek herkese tavsiye ederim. Bilet bütün gün geçerli olduğundan istediğiniz durakta inip gezdikten sonra tura devam edebiliyorsunuz. Rehber hem gezdiğimiz yerler hem de Londra ve İngiltere tarihi hakkında bol bol bilgiler veriyor.



Tur bizi yordu, akşamüzeri trene atlayıp Heathrow’a uzandık. THY’nin kalite hizmeti ve ikramlarıyla İstanbul’a geri döndük.

1 yorum:

Güray Gürsoy dedi ki...

Murat'cım Çok teşekkürler izlenimlerin için.
Beraber gezmiş gibi olduk.:))