2 Mart 2009 Pazartesi

İngiltere Seyahat Notlarım


Geçen hafta yine bir iş seyahati için İngiltere'deydim. THY'nin son model uçağı ile Londra'ya uçtuk ve firmadaki kontağımız Alan havaalanından bizi aldı. Bir saatte gideriz dediği Rugby'e iki saatte ulaştık. Bütün gün toplantıyla yol yorgunluğu birleşince benim pilim saat altıda bitti. Bu nedenle Rugby şehriyle pek haşır neşir olamadım. Şehir gerçekten de Rugby sporunun doğdu kentmiş. Rugby'nin doğuş hikayesi ilginç: Günün birinde İngiliz gençleri engin çimenlerinde futbol oynarken biri sıkılıp topu eline alıp koşmaya başlıyor, ardından diğerleri onu yakalamaya çalışıyor ve bu ilginç spor doğuyor. Hikaye buymuş, Alan'ın yalancısıyım. Rugby küçük sıkıcı bir İngiliz yerleşimi, büyük şehirlerde yaşayan bizlere göre değil, çok sessiz ve yavan geldi.

Oradan iki buçuk saatlik bir yolla İngiltere'nin en güneyine, öğrenci ve tatil yöresi olarak bilinen Bournemouth'un yakınlarındaki New Milton'a geçtik. Akşam dokuz buçukta otele varınca o gece yapacak başka birşey yoktu. Christchurch Harbour Hotel şimdiye kadar kaldığım en güzel otellerden biriydi. Öğlen gibi firmaya gittik. Yine tüm gün toplantıyla geçti, arada fabrikayı gezdik çok hoşuma gitti. İngilizlerin tıp konusunda neden iyi olduklarını fabrikayı ve laboratuvarları gezerken daha iyi anladım. Her türlü imkan ve çalışma koşulu sağlanmış. Herkes sakin ve sadece kendi işiyle ilgileniyor. Bizim gibi aynı anda elli işle uğraşmıyor. Patron duy sesimi...
Akşam yemeğini New Milton'daki dev ormanın tam ortasındaki bir barda yedik. Çakallar gelse alsa götürse bizi kimsenin ruhu duymaz. Başka yer bulamadınız mı kardeşim, distribütörünüzden memnun değilseniz nazikce söyleyin, ne öyle dağ başına götürmeler :)
Çok vasat bir yemekti. Mike bizim için aslında Perşembe gecesini ayarlamış aslında ama biz Londra'ya döneceğimizden Çarşamba günkü kelek yemekle idare ettik. Ertesi gün biraz sağa sola baktık. New Milton İngiltere'nin en güneyinde bir huzur merkezi. Tüm güney sahilinin böyle olduğu anlatıldı. Yaz boyunca (ki geçen yıl sadece iki hafta yaz olmuş) tüm İngiltere'nin bu yöreye akın ettiğinden bahsettiler. Yörenin diğer büyük şehirleri; Pool (limanıyla meşhur), Portsmouth, Bournemouth ve Southampton. Tüm İngiltere genelinde olduğu gibi her yer yeşillik, sessizlik ve sakinlik hakim. Daha önce İngiltere'nin güneyinde hiç bulunmadığım için merak ediyordum, merakımı giderdim, yolu düşene tavsiye ederim. Belki yazın yine gitme ihtimalim var, sanırım yazın bu bölge daha güzel olur.

Perşembe akşamı Londra'ya hareket ettik. Otobandan Heathrow'u geçip şehrin batısına gelmek bir saat sürdü. Şoförümüz İngiltere'deki bir milyona yakın Polonya'lıdan biriydi. Daha önce Zawiercie'ye gittiğimi söylediğimde adam orada ne arıyordun dercesine tuhaf tuhaf baktı, napalım kardeşim ekmek parası, iş nerede ben oradayım. Otelde Lawrence ile buluştuk, Hint restaurantına gittik ve midemizi bir güzel bozduk. Yıllarca kebap ve son bir yılda sebze-salata yiyen bu vücut böyle garip tatları kabul etmiyor. Akşam bir bara gittik, benim pil yine bitti. Ne yapayım toplantılar ve eğitim çok ağır geçiyor. En son onbeş yıl önce okuduğu biyoloji bilgisini hatırlayarak tıbbi cihaz öğrenmek, hele hele ecnebi dilinde, hiç kolay değil.
Londra'da Earl's Court bölgesinde kaldık, sabah kahvaltı ederken bir Türk aile kafeye girdi. Çocukları avazı çıktığı kadar bağırıp tuhaf hareketler yapınca utandım, sonra boş ver dedim tanımazdan geldim. Lawrence biraderden ayrılıp Piccadily hattında binip İngilizlerin 'Turistik Londra' dedikleri merkeze hareket ettik. Ben daha önce gitmediğim batı bölgesinde dolaşmayı Nottingh Hill ve çevresini görmek istiyordum. Seyahat arkadaşlarım batırınca merkeze gittik. Birkaç saatlik hızlandırılmış bir turla Piccadily, Covent Garden ve Oxford Street'i dolaştık. Sonra trenle havaalanına hareket ettik. Tren ilk terminalde karşı taraftan sinyal alamadığı için yaklaşık yarım saat bekledi, az kalsın uçağı kaçırıyorduk.


THY'nin sürpriz doğumgünü partisinden daha önce bahsetmiştim. Dönüşte herkese anlattım. Bence dünyanın en kaliteli havayolu olan THY bu reklamı fazlasıyla hak ediyor.

Bu seyahatten çıkarılacak notlar-dersler:

-Asla sıkıştırılmış bir iş seyahati yapmamak lazım, çok yorucu oluyor
-İngiltere'nin güneyi çok güzelmiş, hele aksanları süper, %100 anlaştık (kuzeydeki Newcastle her zaman kabus gibidir)
-İngiltere'de yemek olayı kısır (daha önce tescillenmişti, bu sefer perçinlendi)
-Herkesle futbol konuşabilirsiniz (tüm tanıştığım Liverpool'lulara gıcık bir şekilde Everton-The Blues cevabı verdim)
-Tren çok pahalı, iki üç kişiyseniz taksiye binin ama sakın siyah taksiye binmeyin
-Londra yaşanılası bir şehir, yine çok sevdim, yine gideceğim

Hiç yorum yok: